Katlanır Pervane Fikri

Bir yelkenli, yelkenlidir. İki yelkenli bir yarış yapar.

 

…ve eğer rakip benzer yatlara rağmen yavaş ama emin adımlarla uzaklaşıyorsa, bunun nedeni su yüzeyinin altında yatıyor olabilir. Belki de daha hızlı olan yatın küçük ama önemli fark yaratan hidrodinamik, katlanabilir bir pervanesi vardır.

 

 

 

 

1970’lerin başında Almanya’da çalışan Menke, modern katlanır pervanenin erken prototiplerinden birini geliştirdi. Bu prototip, kanatların birbirine senkronize biçimde kapanmasını sağlayan erken bir mekanik tasarıma sahipti ve o dönemde yelkenli teknelerin hız kaybına sebep olan sabit pervane sürtünmesine teknik bir çözüm sunuyordu. Ancak Menke’nin çalışması bir mühendislik denemesiydi; ticari üretim, patentleme, seri döküm, saha testleri gibi aşamalara geçebilecek bir kurumsal yapıya sahip değildi. Bu nedenle proje, icat düzeyinde kalmıştı ve prototipten öteye taşınabilecek bir finansman veya organizasyon altyapısı yoktu.

 

 

Bu sırada Danimarka’da yaşayan Niels Oluf Ehrenskjöld, aynı dönemde yükselen “düşük sürtünme pervaneleri”ne yönelik ilgiyi yakından takip ediyordu. Yarış tekneleri için sürtünme azalmasının hız avantajı sağlayacağı artık biliniyor, GRP gövdeli hafif teknelerin yaygınlaşması bu ihtiyacı daha görünür kılıyordu. Menke’nin prototipine dair ilk bilgiler yayıldığında Ehrenskjöld Menke ile iletişime geçti ve çalışmanın detaylarını öğrenmek istedi. İlk temasın amacı distribütörlük ihtimaliydi; ancak prototipin erken ticari potansiyeli görüldüğünde konu kısa süre içinde tam devralma olasılığına dönüştü.

 

 

 

Menke’nin hakları devretmesinin temel nedeni, prototipin ticarileştirilmesi için gereken yatırımın ve mühendislik kapasitesinin Almanya’daki mevcut koşullarda sağlanamamasıydı. Patent tescili, döküm kalıplarının hazırlanması, dayanıklılık testleri, saha doğrulaması ve uluslararası pazarlama aşamaları için ciddi kaynak gerekiyordu. Menke’nin mevcut rolü daha çok “mucid” konumundaydı ve çalışmayı geniş ölçekte devam ettirecek bir şirket ya da fon bulunmuyordu. Bu yüzden projeyi büyütecek bir tarafın devreye girmesi gerekirken, Ehrenskjöld bu ihtiyacı karşılayabilecek uygun aday olarak ortaya çıktı.

 

Ehrenskjöld’ün avantajı, Danimarka Denizcilik Enstitüsü (DMI) ile bağlantılarının bulunması ve böylece prototipin hidrodinamik analiz, tank testi ve mühendislik optimizasyonu süreçlerine erişebilecek olmasıydı. Ayrıca Bang & Olufsen ile çalışmalar yapan tasarımcı David Lewis’in projeye dahil edilebilmesi, ürünün hem teknik hem endüstriyel tasarım yönleriyle profesyonel bir çizgiye taşınmasını sağladı. Prototip Almanya’da tek kişinin yürüttüğü bir çalışma iken, Danimarka tarafında bir mühendislik-tasarım ekibi tarafından yeniden geliştirilecek bir ürüne dönüşüyordu.

 

 

 

Devralma sürecinden sonra proje Danimarka’ya taşındı, mekanik tasarım güncellendi, seri üretime uygun döküm standartları oluşturuldu ve patenti Ehrenskjöld ekibi aracılığıyla tescil edildi. Bu aşamalar, artık prototipten çıkıp ticari bir ürün haline gelmiş olan Gori Propeller’in doğmasını sağladı. Daha sonraki yıllarda ürün tasarım ödülleri aldı, geniş bir kullanıcı kitlesine yayıldı ve Whitbread gibi uluslararası yarışlarda tercih edilen bir pervane haline geldi. Bu gelişmeler, Menke’nin tek başına sürdüremeyeceği bir ölçekti; dolayısıyla proje devri hem teknik hem de ticari açıdan mantıklı bir sonuçtu.

 

 

 

 

 

Bu ilişki, bir icadın mucitten girişimciye geçişinin klasik örneklerinden biri olarak değerlendirilebilir. Menke’nin katkısı temelde ilk mekanik konsepti ve prototipi ortaya koymak iken, Ehrenskjöld’ün katkısı bu fikri ticarileştirilebilir, standartlaştırılabilir ve uluslararası pazarda yer alabilir bir ürüne dönüştürmek oldu. Aralarında herhangi bir çatışma veya fikir hırsızlığına işaret eden bir kayıt bulunmaz; aksine süreç, icat hakkının doğal bir devri ve ürünün profesyonel geliştirme aşamasına geçmesi şeklinde okunur.

 

 

Sonuç olarak Menke’nin projeyi Ehrenskjöld’e devretmesinin nedeni, kendi imkânlarıyla sürdürülemeyecek kadar büyük bir teknik ve ticari yükün ortaya çıkmasıydı. Ehrenskjöld ise bu yükü üstlenebilecek ve prototipi gerçek bir ürüne dönüştürebilecek altyapıya sahipti. Bu nedenle proje devri, icadın kaybolması yerine büyüyerek dünya çapında bilinen bir markaya dönüşmesini sağlayan pragmatik ve karşılıklı olarak rasyonel bir adımdı.

 

Ha bu arada, Nathanael Greene Herreshoff (1848-1938) çoktan ilk prototipi çizecekti. Nasıl oldu da başarısız oldu?

 

Can BELİKIRIK – Yedek Parça Satış Danışmanı